4 Kasım 2010 Perşembe

yüzüğümü özledim. şaka gibi.

bu da böyle bi ibret.

bi an toparlayamadım lan diyeceklerimi. böyle hani filmlerde olur ya hep mektuba başlar beğenmez, sayfayı buruşturup atıp diğerine başlar beğenmez falan. öyle oldum. yazdım, sildim ama tek anlatmak istediğim defalarca kaybettiğim bilkent kütüphanesi kitaplarıydı. ve onlarla aşk yaşamadığımı yemekhanede kartlara para dolduran amca bile bilir jsdfghjs (o kadar da alakasız değil ya)

evet o zaman konuma döneyim ki ne kadar aklı bikaç karış havada olduğumu unutmamak için tekrar tekrar ibret alayım okudukça.

geçen hafta dün bilkent’ten arkadaşıma mesaj attım. “bana israil’in kültürünü falan anlatan bi kitap bul” diye. çünkü beytepe’de kütüphane yok. havalı olsun diye bilkent evet. “çok araştırdım ben” imajı için hep. kitapları ben ödünç alamadığım için arkadaşım benim adıma aldı falan. ve ben gecesinde kitapları barda unuttum. yo kafam güzel değildi, yo gayet aklım başımdaydı ama oldu işte. bence ilk unutuşu sorgulamak ikinciye haksızlık olurdu. evet çünkü üçbuçuk ata ata barı arayıp kitapların kaybolmadığını öğrenince odada mutluluktan çılgın atan ben, dün bilet aldığım anadolu turizm’de unuttum AYNI KİTAPLARI. evet yine. işin garip yanı: “ben bu kitapları burda unuturmuşum bi de hihoha” diye içimden geçirdikten sonra unutmam bence. dersten koşarak çıkıp kitapları yine bıraktığım yerde bulunca ilahi güçlerin bile kaybolan her kitap için 250 doları bana sağlayamayacağından şans konusunda bu kadar cömert davrandıklarını düşündüm. OHA AMMA CÜMLE KURDUM. neyse. şu an sol kolum “kitapları unutma” notlarıyla dolu. evet kolum. ajhsdgfashjfga. neyse ki şu an güvendeler ve ben ödevi yapmadan da olsa kitaplardan kurtulmak istiyorum. hem ödev yapmak için bu kadar kasmak bence de iyi bir fikir değildi.

bu arada duyanların ortak tepkisi: “ohaa gözde çok salaksın.”
benim yorumum: “salak değilim, önceliklerim farklı. :/

19 Eylül 2010 Pazar

muratkuaförüözledimaslında.

Yılda 5 kere kuaföre gidip saçlarımı kestirmezsem rahat etmiyorum evet. Ama bu sefer "uzatırken rahat etmek" için kestirdim ahjsdfgjsdf. Saçma gelebilir ama istediğim boya gelene kadar şekli düzgün olsun diye bunu yapmam şarttı bence (dalgalı saçlar için konuşuyorum tabii). 3 yıldır enseme bile değmeyen saçlarımı aralıktan beri kestirmiyorum ve "bana göre" çok fazla uzadı. Çevremdekilerin hiçbiri kestirmeme izin vermediği için ve ben de kahküllerimi kendim kesmekten bıktığım için daha önce hiç gitmediğim bi kuaföre gidip "sadece kahkülllerimi kısacık yapmasını" istedim. Ama sonra dayanamayıp saç kesimini de sordum:

dgg: saç kesimi ne kadar?
kuaför: 10 lira.
dgg: eee güzel kesiyo musunuz?
kuaför: ahjsgdashjfgdhjsgfshjdg insan kötü kesiyorum der mi?
dgg: ben gayet açık bi şekilde sordum bence siz de öyle cevap verebilirsiniz.
kuaför: kesimimiz meşhurdur diyim o zaman.
dgg: iyi bi şöhret mi kötü bi şöhret mi ( ashgdhjasdgfhjasdgfja )
kuaförün iç sesi : bi sktirsin gitsin şu kız.
kuaförün dış sesi: kesince görürsün.
dgg: ya ben kat attırmak istiyorum ama boyu kısalmıcak?
kuaför: uzatcaksan bence hiç dokunma.


Bu konuşmadan sonra ben eve gider 15 dk sancılı bi karar verme sürecinden sonra yeniden kuaföre gelir ve “Karar veremiyorum naaapııcaaam?” diye sorarım. Sonra saç kestirmekten korkan ben miyim diye kendime sorar cevabı tabii ki bildiğim için saçlarımı kestiririm. Aa pardon kat attırırım. Annem kuaförde beni yalnız bırakmadan önce adama döner ve:

“Allah kolaylık versin.” der. Adam teşekkür eder. Ben:

“Lütfen güzel kesin zaten benden güzel kesceğiniz belli.” derim, ahsgdfahsjfsa adam hata verir ama bunu gülerek gizlemeyi başarır. Sonuç? Ben beğendim. “Kesme bence” diyen adam da ben çıkarken “Sen işini biliyosun.” dedi. Ama bi daha beni görmek isteyeceğini sanmıyorum. Burada başlıktaki Murat Kuaför’e sesleneceğiz işte. Ben çok konuşunca ağzıma vurup mükemmel saçlar yapan adamdır kendisi ama maalesef İzmir’de. :/

6 Eylül 2010 Pazartesi

Bugün yağmur sesiyle uyandım. Çok çok çok mutluyum. Aklıma Sinem’in evinde ilk kez kaldığım gece geldi. 12 kişi bi evde. 2 kişilik yatakta yatmaya çalışan 5 kişi. Bugün o yatağı paylaştığım insanlarla beraberdim. O gün de bugün gibi yağmurla uyanmıştık.

O gün vedalaşmamıştık böyle ama. O günden bugüne çok şey değişti, çok şey paylaştık ve ben artık çok çok çok daha çok seviyorum hepsini. Ve şimdi bu veda 2-3 ay göremeyeceğim için daha bi zor oldu. Biliyorum ki çok özleyeceğim. Annem de dedi:

“Böyle çok sevdiğin arkadaşlarının hepsi İzmir’de, sen Ankara’da.”

Ankara’da da var dedim. Ama İzmir farklı.

Bütün sevdiğim arkadaşlarım, ailem, bi kedim olsun bi de minicik, gelenlerin sığamayıp dip dibe oturmak zorunda kalacağı bi ev. Bi de müzik. Bence eğlenirdik, gülerdik, makarna yapıp yerdik. Olurdu yani.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Çok mutsuzum. Söylersem böyle ergen, liseli, ot, bok sanılacağım diye korkuyorum. Çünkü görünürde hiçbir eksiğim yok. Mutlu olmam lazım ki arada zaten mutluyum. Ama eksik bir şey var işte. Muhteşem arkadaşlarım var? Evet, var. İyi bi okulda iyi bir bölümdeyim? Kendince evet yani onda da sorun yok. Derslerim? Hallederiz yea. Fotoğrafçılıktan zerre anlamasam da çok sevdiğim bir makinem var? Hıı hıı pahalı bi zevk tabii ama öyle var yani. Çok boş geçiyor diye yırtındım? Sonuç: Stajdan bıktım şimdi de ama öğrendim birçok şeyi. Ankara? Olmasa heralde kafayı yerdim, her yerden güzel geliyor bazen. Sevgilim? O işi karıştırmayalım şimdi hiç gerek yok ahjsdgf. Kardeşim? Beni uyuz etse de çoğunlukla heralde en çok onu seviyorum.

Ebeveynler? Ayrı ayrı hepsi mükemmel insanlar tabii de bir araya gelince zorlamaya gerek yok olmuyorsa olmuyor. Ama yaşın 20 de olsa 40 da olsa 723456723865 de olsa onları kavga ederken görmek çok koyuyor. Şartlar farklı olsa nasıl olurdu diye hayal kurmaktan bıkıyorsun. Acaba neden hiç beraber hiçbir şey yapamadık biz diye düşünmek her geçen yıl etkisini azaltmaktansa daha da üzücü bir soru olarak kalıyor havada bi yerde. Gitmiyor. Sen Ankara’ya gidiyorsun ama. Soruları cevaplaması için küçük kardeşi yalnız bırakarak. Bunları neden yazıyorum ben de bilmiyorum iki gün sonra çok mutluyum dünya umrumda değil falan diyecek olan ben değilim sanki. Ama şimdi çok mutsuzum. Çok güzel mutsuzluk tanımlarım var merak edenler için.

Ha bi de, kötü davranacaksa lütfen bu ara gelmesin kimse. Normalden daha çok üzülüyorum.

20 Ağustos 2010 Cuma

öyleolduböyleoldu

Fransa'ya vize alamayıp bok gibi ortada kalınca, bomboş geçecek olan yaz tatilimi değerlendirmek için "tanıdıkları araya koyarak" Akşam Gazetesi'nde staja başladım. İlk gün ve aslında çoğu gün bomboş bir şekilde bilgisayar karşısında oturmama rağmen bazı günler basın toplantıları, fotoğraflar, haber yazmacalar falan harikaydı. Hala da harika ki daha 1 hafta gideceğim. Çoğu zaman sıkıcı olsa da çok sevdim ben bu gazetecilik işini. Ama bugün daha da bir sevdim. ÇÜNKÜ YAZDIĞIM HABER YAYINLANDI. Gerçi adım stajyer olduğum için yazılmadı ama yazdığım cümleleri gazetede basılı görünce adımın olmasına pek aldırış etmedim. O sırada sevinmekle meşguldum.

AKP milletvekillerinden biri ofise gelmişti diye başlayarak detaya gireyim. Referanduma neden evet demeliyiz hakkında bilgi veriyordu bize. Esas görevi de zaten hem basına hem de halka yeni Anayasa'yı tanıtmaktı. Anlatırken keşke bana döndüğünde aşağıdaki dialog gerçekleşmeseydi ama artık kader hep bu işler:

" Sen referandumda oy verebilcen mi? 16-17 yaşını geçtin mi? :))))) "
" Geçtim. :)))) "


Nasıl kötü baktıysam sonra "Latife ediyorum canım." diyerek durumu kurtardı kendince. asdfghsj

Sonra anlatmaya devam etti. Ben not aldım. Sonra da haberi yazdım. Ve sonuç: Ehehe mutluyum ilk haberim filan =)

Tabii ki gazeteyi saklayacağım. Ne sandınız?

14 Ağustos 2010 Cumartesi

anneler ve kızları.


- bak böyle...
- haa tamam biliyorum onu evet yapıyorum.
- oha daha bişey söylemedim ki?
- tamam ben anladım ama.
- iyi bari arada yap unutma
- tamamdır.


- anne hatırlıyor musun birinci sınıfın ilk gününde sana " tamam ben alıştım servisimi de öğrendim artık gidebilirsin." demiştim ya? sen de zar zor ikna olup gitmiştin?
- evet? ama 4. dersten sonra gittim abartma.
- ya sen ne biçim annesin ufacık çocuğun sözüyle gittin? (ahjsdfgsdhjfg) çok yalnız hissettim ben kendimi hatta tenefüsten sonra sınıfımı şaşırdım başka sınıfa girdim sonra buldum kendi sınıfımı. ilk depresyonuma o zaman girdim.
- ay gözde bi saçmalama hadi kalk da kahvaltı yapalım. (klasik annem.)
- öp o zaman.


- ya anne bu nasıl öpücük?
- beğenemedin mi? çok bile sana.
- bi gün seni öpeyim diye yalvaracaksın ben de böyle öpünce anlarsın (ajskdhf)


- dün sana sürpriz yapayım dedim bütün kızlar ağası hanını dolaştım. mümkün değil yüzüğünün aynısnı bulamadım.
- yeaaa yaptıralım mı aynısından?
- konuştum biriyle yaptıralım evet. kaç yıl oldu?
- emre yoktu. (evet hayatımızda emre'nin olmadığı koca bir on yıl var.)
- vay canınaaa
- hatırlıyor musun o gün üzerimde ne olduğunu?
- ne vardı?
- bana diktiğin beyaz bluz gibi bişe buruşuk kumaştan. böyle karpuz kollu filan?
- heaa evet barçın'da görmüştüm aynısını. ama benim diktiğim daha güzeldi. (bence de) ayrıca o buruşuk kumaş değil. altında da mavi pantolonun vardı.
- evet göbeğim açık kalıyordu biraz. aaa ikimize de aynı kumaştan elbise dikmiştin? beraber giyip çıkıyorduk onu hatırladın mı?
- şimdi hatırladım evet. okula yeni başlamıştın o ara. ben sana ne çok şey dikmişim.
- evet keşke şimdi de diksen (asdhfs odun mode on)
- aman uğraşamam hadi geç kaldık kahvaltı yapalım.
- önce öp? (aashdfgh)

21 Mayıs 2010 Cuma

çok yaratıcı mezarlar bunlar.


Böyle değişik şeyler de var hayatta hmmm ölümde veya. Öldükten sonra arkamızdan "Çok yaratıcı insandı." falan denmesini isteyebiliriz mesela değil mi? Hadi itiraf edin bi an ölmek istediniz ajshfsakjf yoo ben istemedim ama ölsem bunu yapar mıyım diye düşündüm. :D Bi de uykusuzluk üzerimde kötü etkiler bırakıyor ki bunları bulup bi de üstüne bu kadar uzun saçmalayabiliyorum. Evet. Ama çok güzeller. Site de iyiymiş hani.

http://www.sunbeltsoftware.com/stu/gravemarkers/index.html

18 Mayıs 2010 Salı

Yazasım Geldi.


Bugün yenilenmiş haliyle Selvi Boylum Al Yazmalım'ı izledim sinemada. Yine sıcaktı, güzeldi ve hatta damardı ama sanki bin liralık dijital bir fotoğraf makinesiyle çekilip bir de üstüne photoshop delisine dönmüş gibiydi. Hani o filmlerin grenleri mi her neyse onlardan yoktu, arada kontrastı abartılmış gibiydi renklerin, her şey fazla kaliteliydi sanki. Ya da ben eski püskü şeyleri daha çok seviyorum, bozuk görüntüleri, analog makinelerle çekilmiş fotoğrafları tercih ediyorum ondan öyle geldi. Neyse yea.

Her türlü güzeldi. Sen de git gör derim ben. Hem talep olursa diğer eski ve güzel filmleri de yenileyeceklermiş (Sırf bunun için gidilir.). Yeni oyuncularla çekileceğine bu halleri tercih edilmeli di mi ama? Bi de yazlık sinemada olsa tadından yenmez de filmden çıktıktan sonra çiseleyen yağmurla beraber toprak kokusu da güzeldi. Beytepe candır bu konuda.

En güzel şey neydi biliyor musun filmde? İlyas kamyonunun üstüne oturmuş Asya'yı beklerken arkasında görünen gökkuşağı tabii ki. =)

Ne olacak benim bu gökkuşağı sevgim hea?

12 Mart 2010 Cuma

beni sevmek zorunda olan elmalardan sadece biri için.

Eğer duştan sonra taramanız gerekiyorsa bu saçlarınızın uzadığı anlamına gelir ve eğer 3 yıldır saçları omuzlarına değmemiş benim gibi biriyseniz onlardan hemen kurtulmanız gerekir ki hayatınıza daha hafif ve mutlu devam edebilesiniz.

Ben böyle uzun ve saçma cümleler kurmayı nereden öğrendim? Her neyse.

3 ay önce yine saçlarım uzadı, yani enseme değiyor ve neredeyse toka takabileceğim hale geldi diye kestirmeye karar verdim ama büyük bir sorunum vardı: Kuaför yoktu.

Daha doğrusu ben saçlarıma dokunulmasından nefret eden bir insan olduğum için en hızlı kesen (20-30 dk), o kadar işkence gibi şeye katlandığım için çok para vermeyi de kabul etmeyeceğimden dolayı en ucuz kesen (kesim + fön = 10 TL), bütün saçma sapan önerilerimi dinleyip üstüne bütün sinir bozucu müdahalelerime ve kaprislerime dayanabilecek kadar sabırlı kuaför sadece İzmir'deydi. Ve yıllardır gittiğim tek kuafördü. Ama 3 ay İzmir orucuna girmiş biri için sadece saç kestirmek amacıyla şehir değiştirmek fazla lükstü ve ben de Ankara'da güvenilir bir kuaför bulmak için arayışa girdim.

Ankara'lı bütün arkadaşlarıma yukarıda saydığım niteliklere sahip güvenilir bir kuaför aradığıma dair mesaj attım ancak cevaplar tatmin edici değildi.

Bir gün sınıftan arkadaşlarıma sorarken "Zeynep'in kuaförü iyi ya." diye bir cevap aldım fakat Zeynep'in kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Sınıf çok kalabalık olduğu için değil ben 2 yılda hala kimseyle tanışabilecek kadar sosyal olamadığım için tanımıyordum tabii ki. Zeynep'i öneren arkadaşıma "Zeynep kim?" sormaya çekindiğim için çok daha salak bir fikirle sınıfın ortasına gittim ve;

"Zeynep!" diye seslendim ve etrafıma bakındım. Neyse ki sınıfta bir tane Zeynep varmış ve neyse ki çoğu zaman derslere gelmeyen o Zeynep bugün dersteymiş. Hemen yanına gidip "Merhaba ben Dicle" dedim. "Biliyorum, ben de Zeynep." deyince utancımdan ölebilirdim ama çaktırmadım. Daha sonra olaylar gelişti ve ikimizin de boş olduğu gün Şeyma,Zeynep ve ben kuaföre gittik ve gercekten de tam beklediğim gibi harika ve kısacık bir sonuçla akşam odama döndüm. Tıpkı İzmir'deki Murat Kuaför gibi ben konuşmak için her adım attığımda beni susturmayı başarmış ve işini en iyi şekilde yapmıştı, Zeynep'in adını şu an hatırlamadığım kuaförü.

Ama aslında yazdığım bunca şeyin amacı arada kağıt makasıyla kesmeye çalışıp mahvettiğim ama bu benim tarzım diye kabullenmeye çalıştığım saçlarımdan bahsetmek değildi. Zeynep gibi harika bir insanla nasıl harika olmayan bir şekilde tanıştığımı anlatmaktı ve sanırım başardım.

2 yıldır tanışmadığıma pişman olduğum bikaç özel insandan biri o. Gerçi sınıf arkadaşlarım da en az benim kadar geç sosyalleşebilen insanlarmış ki beraber vakit geçirebilmemiz için önce 2 yıl birbirimizle hiç konuşmamamız gerekiyormuş. Yani tek suçlusu ben değilmişim bu durumun ama şimdi geriye kalan 2.5 yılımız için heyecanlanabiliyorsam ve iyi ki tanımışım diyebiliyorsam beklediğime de değmiş demekten başka çarem yok sanırım.

Ha bir de, Zeynep dünyanın en güzel "hoşçakal" diyen insanı. Eğer uslu bir çocuk olursanız bir gün size de Aşağı Karnal Dünyası'ndaki sepetinden çıkarıp "bir anda tüm gün muhteşem geçecekmiş gibi hissettiren" bir "hoşçakal" hediye edebilir.

1 Mart 2010 Pazartesi

When a girl...


When a GIRL is quiet,
Millions of things are running in her mind
When a GIRL is not arguing,
She is thinking deeply
When a GIRL looks at u with eyes full of
questions,
She is wondering how long you will be
around
When a GIRL answers "i'm fine" after a
few seconds,
She is not at all fine
When a GIRL stares at you,
She is wondering why you are lying
When a GIRL lays on your chest,
She is wishing for you to be hers forever
When a GIRL calls you everyday,
She is seeking for your attention
When a GIRL sms's u everyday,
She wants you to reply at least once
When a GIRL says I love you,
She means it
When a GIRL says that she can't live
without you,
She has made up her mind that you are
her future
When a GIRL says "i miss you",
No one in this world can miss you more
than that.

_ Şurdan bulduğum her şeyi şurada burada paylaşmam?

23 Şubat 2010 Salı

Rüya görmek ya da görmemek.

Rüyamda Salvador Dali'yi gördüm. Baya baya kankamdı. İsim takmıştım ona Dali ve Salvador'u birleştirip Sali diyordum. Güzel resim yapamadığından şikayetçiydi shjdfgjasgdfj üzülüyordu "Ben güzel resimler yapamıyorum." diye, yerdeydi hep bakışları, boynu bükük falan. Ben de teselli ediyordum "Saçmalama hepimiz iyi olduğunu biliyoruz Sali gayet iyisin, göreceksin ilerde." diye. Sırtını sıvazlıyordum. Oha.

Sonra uyandım tabii ama bu sefer rüya yorumlayan herhangi bir siteye girmedim zaten Dali'yi yorumlayacak bir site yoktur. Yani sanırım yoktur.

Geçen sefer güzelim bahar havasının ortasında dersi erken bitmiş genç bir insan olarak vaktimi güneşin altında eğlenerek geçirebilmek varken sırf inadımdan odama gelip kendimi uyumaya zorlayıp başardığım gün, rüyamda daha önce gördüğüm gemiyi yine görünce merak edip hayatımda ilk kez rüya yorumlarına bakmıştım. Ve ağzımın payını da almıştım açıkcası.

İnsanlar güzelim havada, Beytepe çimlerinde, şurda burda eğlenip coşarken,dedikodu yaparken veya dersteyken ben zorla uyumanın verdiği baş ağrısıyla beraber gelecekte başıma gelecek belaları okuyordum. Çünkü gemi görmek demek uzuuuuun açıklamalardan sonra anladığım kadarıyla çok da parlak bir şey değilmiş. Başta korktum falan ama sonra unuttum.

En sonunda bu böyle gitmez deyip ben de dışarı çıktım. Gerisini hatırlamıyorum.

8 Şubat 2010 Pazartesi

İzmir , I Love You But You're Bringing Me Down

Ağlarken veya bişeyler düşünürken odamın penceresinden yol üzerindeki sokak lambasının ışığında belli olan kar tanelerini ve yağmur damlalarını hiçbiri yoksa Beytepe Köyü'nü izlemeye daldığımı hatta bunu alışkanlık haline getirdiğimi farkettim. Çok sık ağlayıp derin düşüncelere daldığımdan değil de her defasında kendimi farkında olmadan pencerenin önünde bulmak garip geldi. Dün mesela hiç ayrılmadım oradan.
Şeyma gelince artık günlerce sürecek dedikoduları da penceremizin önünde yaparız. Hem Şeyma'yı ben özlemedim ki odamız özledi.

Bunların hiçbiri değil de, yazıyı yazmaya başlarken "sokak lambası" nın adını unutup 2-3 arkadaşımla aşağıdaki gibi diyaloglar yaşamam daha görülesiydi.

gözdE:
hani yollarda uzun uzun ışıklar oluyo ya
yolu aydınlatmak için
onların adı neydi
sokak lambası evet
simdi hatorladm
HATORLAMAK
dgru dmi

sel:
evet sokak lambası
ama bunu unutmuş muydun gerçekten

Google'a aratacaktım da ne yazacağımı bilemedim. Ama hiç utanmıyorum, zamanında vişnenin ne olduğunu unutup "kırmızı olan kiraz gibi şey değil miydi?" diye sormuşluğum var. O an cidden kendimden korkmuştum. Bu ne ki onun yanında?

Bu arada İzmir'e gitmeyi beklemek İzmir'den daha mı güzel ne?

18 Ocak 2010 Pazartesi

makarnacı dükkanı'm.

Bu ara en çok hayalini kurduğum şey bu. Makarnacı dükkanı. Şeyma'yla beraber açacağımız, onun pastaları yaptığı benim makarnaları yaptığım veya yapamadığım küçük ve sevimli ayrıca kitap okumacalı yer.
ama bugün aklıma bir soru takıldı: nerede olacak bu makarnacı? İzmir? Antalya? Ankara?
Son seçeneğe no way dedim bile ama hala bir seçenek tabi.
Aslında hayali baya bir genişletmiştim son zamanlarda.
Şeyma renkli, şekerli pastalar yapacaktı ben cidden güzel soslu makarnalar. Cansu halkla ilişkilerden sorumlu bakanımız olacaktı mesela Ateş de Şeyma ve kanka kontenjanından (Ateş'e tek kişilik kontenjan yeteceğini düşünmüyorum) muhasebeye bakacakı çünkü en iyi dersi o. Evet. Mesela Mustafa uluslararası ilişkilerle yakından ilgilenebeilirdi bence ve o müthiş cazibesiyle başarılı da olurdu hani. Müziğe de gelip geçici elemanlar aldık mı tamamdı bu iş. Gerçi Cansu playlistleriyle kimseye fırsat vermezdi böylece ihityacımız olmazdı müzisyene. Ama Selcan arada piyano çalmaya uğrardı belki? Bilemeyiz.

Hem belki pembe makarnalar, tatlılar yapardık,kusacak olan olursa bari görüntüler bizi yıpratmasın diye hsgfhsdfhgfj

beytepe-batıkent.

Bugün cidden uğursuz bir gün. O kadar boş iş yaptım ve yapmam gerekenleri o kadar umursamadım ki birazdan vicdan azabından ölebilirim. Gerçi kaç kişi bir gün sonraki sınavına çalışmadı diye vicdan azabından ölebilir ki? Ya da kaç kişi bir gün sonraki sınavına çalışmak yerine bütün gün uyuyup daha sonra uyanıp şehrin öteki ucuna gider ki? Gerçi ben istemedim şartlar beni buna zorladı ama tam iki saattir bomboş oturmamın bir anlamı yok açıklaması da.
Hadi hepsini bütün o anlatmaya üşendiğim uğursuzlukları geçtim,bu kadar sıkışık bir dönemde yepyeni bir blog hesabı almamım anlamı ne? Eskisine n'oldu?
Evet aslında bunların hepsini yazdım ama sonra ben ve benim dikkatsizliğim iş birliğiyle koca(!) yazıyı sildik. Yeniden yazmaya üşendiğim ve ders çalışmaya başlamam gerektiği için sorular cevapsız kalacak bir süreliğine.
Ben sadece giriş yapmak istemiştim bu taze hesaba ki yaptım da ama silinmesiyle bence bugünün laneti de son buldu. Şimdi belki biraz ders...
Ama belirtmeden geçemeyeceğim; Ankara'dan bugün 845768493 kat daha fazla nefret ettim.